Gelişmişlik seviyesindeki artış ve ekonomik büyüme, çoğu zaman zenginliğin toplum içinde eşit dağıldığı anlamına gelmez. Türkiye, zengin bir ülke olmasına rağmen, yoksulluk ve sosyal eşitsizlikle karşı karşıya. Özellikle çocukların yaşam koşulları, bu durumu en çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor. Son yıllarda yapılan araştırmalar, ülkemizdeki çocukların büyük bir kısmının maalesef temel ihtiyaçlardan bile mahrum kaldığını ortaya koyuyor. Dickens’in eserlerinde betimlediği sahneler artık sadece bir edebiyat eseri olmaktan çıkıp, günlük hayatta, Türkiye’nin birçok kentinde gerçek birer dram haline geldi.
Türkiye, son on yıllık dönemde önemli bir ekonomik büyüme kaydetti. Ancak bu büyüme, gelir adaletsizliğiyle birlikte geldi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2022 yılında en zengin %20'lik kesim, toplam gelirden en düşük %20'lik kesimin tam 8 katı kadar pay aldı. Bu uçurum, toplumsal sorunları daha da derinleştirirken, çocukların geleceğini de tehdit ediyor. Uzmanlar, yoksul ailelerde doğan çocukların iyi bir eğitim ve sağlık hizmetine erişim açısından büyük zorluklarla karşılaştığını belirtmektedir. Bu açıdan, çocuk yoksulluğu, yalnızca ekonomik bir sorun olmanın ötesine geçiyor; sosyal, psikolojik ve sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor.
Yoksulluk, çocukların eğitim ve sosyal gelişimleri üzerinde derin etkiler bırakıyor. Ülkemizde her dört çocuktan biri, yoksulluk sınırının altında yaşamakta ve bu durum onların eğitim hayatına büyük darbe vurmakta. Yetersiz beslenme, kıyafet eksikliği, güvenli bir yaşam alanına sahip olmama gibi birçok faktör, bu çocukların gelecekteki başarılarına olumsuz etki ederken, sosyal hayatta da dışlanmalarına sebep olabiliyor. Eğitime erişim eksikliği, sadece bireysel değil, toplumsal bir kayıp haline geliyor ve bu çocukların potansiyelini gerçekleştirmesini engelliyor.
Birçok sivil toplum kuruluşu, bu durumu değiştirmek için çeşitli projeler geliştirse de, yeterince destek görememekte. Çocukların ihtiyaçlarına yönelik yapılan yardımlara rağmen, durumun genel tablo üzerindeki etkisini sadece iyileştirmekte yetersiz kalıyor. Uzmanlar, bu sorunun üstesinden gelmek için toplumsal bilincin artırılması gerektiği konusunda hemfikir. Eğitim sistemindeki reformlar, sosyal destek programlarının artırılması ve ekonomik politikaların gözden geçirilmesiyle, bu çocukların yaşam kalitesinin yükseltilmesi mümkün olabilir.
Türkiye’nin zengin kaynakları ve gelişmiş ekonomisi, her bireyin eşit şekilde faydalanabileceği bir yapı oluşturmayı mümkün kılmakta. Ancak bu, sadece devletin değil, aynı zamanda bireylerin, iş dünyasının ve toplumsal dinamiklerin de katkı sağlaması gereken bir süreç. Her bir birey, kendi çevresindeki yoksullukla mücadele edebilecek, çocukların eğitimine ve tarıma desteğe yönelik adımlar atarak, gelecekte söz sahibi olacak bireylerin yetişmesine katkıda bulunabilir.
Bu bağlamda, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ciddi bir durum var: Zengin bir ülkenin içinde, yoksul çocukların sesi nasıl duyulacak? Adalet, eşitlik ve kalkınma, ancak toplumun her kesiminin çaba göstermesiyle mümkün olacaktır. Bu noktada, sadece hükümetlerin değil, sivil toplum kuruluşlarının, iş dünyasının ve bireylerin de sorumluluk alması gereken kritik bir dönemdesiniz. Aksi halde, Dickens romanlarındaki karamsar manzaraların gerçeğe dönüşmesi işten bile değil.
Bireylerin toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi, çocuklara yönelik daha iyi bir geleceğin kapısını aralayabilir. Yoksulluk, bir kader olmaktan çıkarılmalı ve çocukların potansiyelinin açığa çıkacağı bir toplumsal dönüşüm sürecinin parçası haline gelmelidir. Unutulmamalıdır ki, her çocuk bir gelecektir ve bu geleceği inşa etmek, hepimizin elinde!